1-7 Kasım Haftanın Notları: Ayvalık-Cunda-Badavut
Soğuklar hala devam ediyor. Neyseki gündüzleri hala 20 derecenin üzerinde, güneşin iliklerimizi ısıtması bizi hayata bağlıyor. Bu hafta kalvaltıda keyif zamanıydı. Bolca fırında kaşarlı ekmek yaptım, miniğim bayıldı. Şunu farkettim ki kahvaltıyı ne kadar keyifli yaparsam güne o kadar iyi başlıyorum. Kahvaltıyı araya sıkıştırınca hayatı da öyle araya sıkıştırıyormuşçasına yaşadığımı hissediyorum. Bu dönem hayatımda keyif dönemi olmalı. Arkama dönüp baktığımda yıpranarak değil yeniden kendimi, varoluşumu, çevremle ilişkimi keşfederek geçirdiğim bir zamanı hatırlamalıyım. Çocukluğumdan beri herşeyi mükemmel yapmak üzerine kurguladığım hayatta annelik en yıpratıcı deneyim bence. Herşeyi iyi yapayım derken hayat enerjisi kaybolan, hep bir koşturmaca ve planlama içinde olan ve günün sonunda yetişmeyen işler için üzülen bir insan olmayı reddettim ben. Hayatı akışına bırakıp ama hayatı da elden bırakmamayı seçtim. Arkamda mutlu bir eş, huzurlu bir yuva ve annelerini gülümseyerek hatırlayan çocuklar bırakmak istiyorum. Hala bunun için kendimle savaşıyorum.
En büyük sıkıntım çabuk öfkelenmek. İki yılda iki çocuk doğurmak ancak kalkınma planlarında olur herhalde. Bünye de buna tepki veriyor tabi. Üstelik bu dönemleri de emzirerek geçirmek insanı kendi benliğinden uzaklaştırıp çocuk için varolduğu ve bunu da annelik olarak tanımladığı bir döneme sokuyor. İnsan buna kendini kaptırıp hayatını buna göre şekillendirirse ömür boyu başlayacak tatlı bir esaret sizi ele geçiriyor. Hayat boyu kendinizi ben ne iyi anneyim, saçımı çocuklarım için süpürge ettim söylemine hapsediyorsunuz. Yarattığınız annelik modelinde çocuklarınız ve eşiniz sizin sahnenizde sadece birer yardımcı oyuncu. Başrol hep sizin, hep sizin. Hayatını böyle sürdüren o kadar kadın var ki psikolojik olan size de sirayet ediyor sinsi bir hastalık gibi. Bu yüzden hayatı akılcı yaşayarak ben ne yapıyorum, bunun hayatıma etkisi ne, bu sürdürülebilir bir şey mi, kendimi nasıl hissediyorum sorularını arada bir kendimize sormak gerek.
Bu hafta en keyif aldığım şey Ayvalık-Cunda-Badavut gezisiydi. Ayvalık bulunduğumuz yere yarım saat. Ama uzun zamandır gidemedik. çocuklar olunca gezip tozulacak yerler de park-bahçe-deniz oluyor. Hazır büyük kreşte, küçüğü de anneme attık mı bi ayvalık havası yaparız dedik. Ayvalık'a giderken bizi yolda çok güzel bir sürpriz karşıladı. Tuzlada Flamingolar vardı. Ben bu kadar yakından ilk kez flamingo gördüm. Ne tatlı hayvanlar... Hem asil hem sevimli. Beyaz ve pembenin bir hayvandaki süper uyumu. Beyaz pembe tüylü başka bir hayvan var mı acaba?
İlk durağımız Ayvalık kütüphanesi. Millet kendini deniz kenarına atar, biz kütüphaneye... Ne de olsa biz 24 saat deniz görüyoruz, acelesi yok:) Ayvalık kütüphanesi inanılmaz büyük ve süper bir deniz manzarasına hakim. İçinde çocuklar için ve kendim için aradığım kitapları buldum. Kendim için Hayata Dön ve Çocuklar için Beş Sevgi Dili, çocuklar için de İş bankasının Çiftlik Öyküleri, Nokta, Mış Gibi, Anne Ahtapot Olmak Çok Zor, İtfaiyeciler ve birkaç kitap daha aldım. Piyasa değeri 120 TL'yi bulan bu kitapları sipariş vermek yerine almak benim gibi bir minimalist için oldukça keyif verici:)
Sonra Cundaya gittik. Ara sokaklara kendimizi bıraktık. Cundayı çok severim ama bu sefer çok fazla kedi köpek var gibi geldi. Zaten bu yazlık yerlerde hep çok kedi köpek olur. Bunlar bana insanların bencilliğini ve yalnızlığı hatırlatır. Kendi keyifleri için köpekleri alırlar ve daha sonra sokaklara terk ederler. Onlar da beyinlerindeki anılara yüreklerinde terkedilmişliğin acısını katıp sokaklarda ordan oraya savrulurlar. Üzülürüm hep ama bir yandan da korkarım sokak köpeklerinden. Tüm bunları taşıyamayıp bir gün hırçınlaşıp saldırırlarsa diye korkarım. Eşim dalga geçer seni küçükken köpek mi kovaladı diye ama atamıyorum korkumu maalesef.
Bir de sokaklar çok kokuyordu. Cunda bu aralar çok popüler olduğu için artık altyapı kaldırmıyor belli ki. Ah ah... Bu egeyi büyük şehirin özellikle İstanbul'un her yeri talan etmeye alışkın insanları mahvedecek diye çok korkuyorum. Tüketmek tüketmek... Yaşama sevincimiz tamamen tüketim üzerine. Biz Cundaya gittiğimizde herkesin yaptığı gibi Taş Kahveye oturup dondurma yiyip denizi seyretmeyiz. Bizzat denizin hemen önündeki taşa otururuz. Orda hem balıkları, hem martıları hem de karşıdaki adacıkları izleriz. Denizle aramıza mesafe koymayız, onun kokusunu içimize çekecek kadar yakın oluruz.
Cundadan sonra Badavuta geçiyoruz. Sahilin bir ucu orman diğer ucu da başkalaşım geçirmiş kayalardan oluşuyor. Anlamı güzel koy demekmiş. Bu plaj eşimin çok hoşuna gitti. Fransa'da gittiğimiz Mon Saint Michael'e benzetti. Yani orayı gezerken aldığımız orta çağ havasını aldı bence. Burda daha önce hiç görmediğimiz bir canlı gördük: Deniz karpuzu. Kıyıya o kadar çok vurmuş ki, belli buranın başka bir habitat özelliği daha var. Gelince netten baktım ama ismi uydurdu herhalde ordaki teyze, nette böyle bir bilgi yok. Ne acaba o canlıların ismi?
Bu hafta başka neler yaptım? Masal terapiyi dinledim. Şimdiye kadar 3-4 hikaye olmuştur. Gerçekten insana hayatı ve yaptıklarını sorgulamasını sağlayan hikayelerdi. Sosyal medyayı çok çok az kullandım. Kitap okuyamadım. Hayatımda en çok yapmak istediğim ancak yapamadığım şey kitap okumaktır herhalde. Çocukken insanın düzenli kitap okumaya alışması lazım. Kitap okumak için boş vaktinin oluşmasına değil kendinin 5-10 dakikaları yanyana ekleyerek boş zaman yaratması gerekiyor. Hele bir de çocuklar var ise...
İlk durağımız Ayvalık kütüphanesi. Millet kendini deniz kenarına atar, biz kütüphaneye... Ne de olsa biz 24 saat deniz görüyoruz, acelesi yok:) Ayvalık kütüphanesi inanılmaz büyük ve süper bir deniz manzarasına hakim. İçinde çocuklar için ve kendim için aradığım kitapları buldum. Kendim için Hayata Dön ve Çocuklar için Beş Sevgi Dili, çocuklar için de İş bankasının Çiftlik Öyküleri, Nokta, Mış Gibi, Anne Ahtapot Olmak Çok Zor, İtfaiyeciler ve birkaç kitap daha aldım. Piyasa değeri 120 TL'yi bulan bu kitapları sipariş vermek yerine almak benim gibi bir minimalist için oldukça keyif verici:)
Sonra Cundaya gittik. Ara sokaklara kendimizi bıraktık. Cundayı çok severim ama bu sefer çok fazla kedi köpek var gibi geldi. Zaten bu yazlık yerlerde hep çok kedi köpek olur. Bunlar bana insanların bencilliğini ve yalnızlığı hatırlatır. Kendi keyifleri için köpekleri alırlar ve daha sonra sokaklara terk ederler. Onlar da beyinlerindeki anılara yüreklerinde terkedilmişliğin acısını katıp sokaklarda ordan oraya savrulurlar. Üzülürüm hep ama bir yandan da korkarım sokak köpeklerinden. Tüm bunları taşıyamayıp bir gün hırçınlaşıp saldırırlarsa diye korkarım. Eşim dalga geçer seni küçükken köpek mi kovaladı diye ama atamıyorum korkumu maalesef.
Bir de sokaklar çok kokuyordu. Cunda bu aralar çok popüler olduğu için artık altyapı kaldırmıyor belli ki. Ah ah... Bu egeyi büyük şehirin özellikle İstanbul'un her yeri talan etmeye alışkın insanları mahvedecek diye çok korkuyorum. Tüketmek tüketmek... Yaşama sevincimiz tamamen tüketim üzerine. Biz Cundaya gittiğimizde herkesin yaptığı gibi Taş Kahveye oturup dondurma yiyip denizi seyretmeyiz. Bizzat denizin hemen önündeki taşa otururuz. Orda hem balıkları, hem martıları hem de karşıdaki adacıkları izleriz. Denizle aramıza mesafe koymayız, onun kokusunu içimize çekecek kadar yakın oluruz.
Cundadan sonra Badavuta geçiyoruz. Sahilin bir ucu orman diğer ucu da başkalaşım geçirmiş kayalardan oluşuyor. Anlamı güzel koy demekmiş. Bu plaj eşimin çok hoşuna gitti. Fransa'da gittiğimiz Mon Saint Michael'e benzetti. Yani orayı gezerken aldığımız orta çağ havasını aldı bence. Burda daha önce hiç görmediğimiz bir canlı gördük: Deniz karpuzu. Kıyıya o kadar çok vurmuş ki, belli buranın başka bir habitat özelliği daha var. Gelince netten baktım ama ismi uydurdu herhalde ordaki teyze, nette böyle bir bilgi yok. Ne acaba o canlıların ismi?
Bu hafta başka neler yaptım? Masal terapiyi dinledim. Şimdiye kadar 3-4 hikaye olmuştur. Gerçekten insana hayatı ve yaptıklarını sorgulamasını sağlayan hikayelerdi. Sosyal medyayı çok çok az kullandım. Kitap okuyamadım. Hayatımda en çok yapmak istediğim ancak yapamadığım şey kitap okumaktır herhalde. Çocukken insanın düzenli kitap okumaya alışması lazım. Kitap okumak için boş vaktinin oluşmasına değil kendinin 5-10 dakikaları yanyana ekleyerek boş zaman yaratması gerekiyor. Hele bir de çocuklar var ise...